11 Eylül 2012 Salı

...BİR SÜRÜ KELEBEĞİ İÇ İÇE VE İÇTEN İÇE GEÇİRMİŞTİ AŞK...

Tüm bedene yayılan ağrıyla Otuz kendini doğuruyordu
Anneyle el ele…
Omzumdan öpüyordu sabahında ve kimse bilmiyordu…
Yeni olanın körpeliği kadar eskinin yıpranmışlığı göz alıyor bazı kimseler tarafından…
Kıymet biliyor kimi zaman kırık duvar kenarı…
Sırtımda bir yük, yol bitmek bilmiyor…
Yıpranmıştan körpeye giderken ömrümden bir yıl geçiyor
Derin bir karanlığın ardında uzun pozlamayla penceremde gün doğuyordu…
Sen bir kıyıda deniz kabuklarından yapılmış evleri kolluyordun
Kimseler kırmasın diye…
Son kez sokaklarını dolaştım eskinin…
Kırmızı çıkmazını, denize dökülen moru, sigaradan sararmış ekruyu…
Parmak uçlarıma yüklenip şalterleri birer birer indirdim
Kapıyı yavaşça kapayıp beş katını bir daha çıkmamak üzere indim.
Sen şişelerinden bile sarhoş olunacak sokak aralarında dolaşıyordun
Ruhun başın kadar dönmesin diye…
Otuz, elinde yorgunluğu ve arkasına sakladığı hediyeleriyle geliyor…
Ve bu kadar yakınken bile sürpriz oluyor tüm olanlar ve bitenler…
Tüm yüküyle evim ekru duvarları, yüksek tavanı, kocaman pencereleri ve “çişini artık eve yapmayan Gece’siyle”
Kadın oluyordu…
Şimdilik bitti…
Avucumun içinde buruşmuş bir kâğıt parçasında yazıyor artık;
Yirmi dokuzu sokak arasında bir kutunun içine bıraktım…
Yutkunamadıklarımı tükürüyorum artık…
“Bir sürü kelebeği iç içe ve içten içe geçirmişti AŞK…
Biz bir kıyıda bekliyorduk…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder